TUTUKLAMA KORUMA TEDBİRİ

(CMK M. 100 VD.)

1.   Genel Açıklamalar

 

Tutuklama, kişiyi özgürlüğünden alıkoyarak bir yere kapatmak anlamına gelmektedir[1]. Hapis cezası alan kişi de yargılaması devam eden tutuklu da özgürlüğünden alıkonularak ceza infaz kurumuna kapatılır. Bu yönüyle tutukluluk her zaman bir ön ceza niteliği taşımaktadır.

Tarih boyunca keyfi tutuklamalar olmuştur. Bu denli ağır bir tedbirin keyfi bir biçimde uygulanması insanlık tarihinde olumsuz sonuçlara neden olmuştur. Bu bağlamda, 1679 tarihli Habeas Corpus Act uyarınca tutuklanan herkesin yargıç tarafından bu tutukluluğun hukuka uygun olup olmadığını inceletme hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir[2]. Bu belge keyfi tutuklamaya karşı düzenlenen en önemli tarihsel belgedir.

Gelişen modern ceza yargılamasında tutuklama bir tedbirdir. Bu tedbire başvuru koşulları ise oldukça ağırdır. Ülkemizde bu tedbire gereğinden çok başvurulduğundan şikayetle yeni Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bunu önlemeye yönelik değişiklikler yapılmışsa da fayda etmemiştir. Yeni kanunda da yine önlemeye yönelik değişiklikler yapılmış ancak bunlar dahi sonuç vermemiştir. Maalesef teori ile uygulama birbirinden ayrı yürümektedir.

Tutukluluğun özünde cezalandırıcı bir tedbir olduğu da gerçektir. Gerçekten de halk arasında da tutukluluk cezaya eşdeğer olarak görülmekte, tutuklanmayan kişi veya tahliye olan kişi ceza almayacağını zannetmekte, toplum bu kişilerin cezasız kaldığını düşünmekte, tam aksine tutuklanan kişilerin ise cezalandırıldığını düşünmektedir.

Aslında tutuklanan kişi ceza infaz kurumunda değil, tutukevine konmalıdır. Ancak, ülkemizde maddi imkansızlık nedeniyle kapalı cezaevinde kalmaktadırlar[3]. Bu durum da tedbirin ceza ile arasındaki farkı iyice ortadan kalkmasına neden olan etkenlerdendir.

Tutuklamanın ana varlık nedeni, tedbir almaktır. Bu tedbir, suçlanan kişinin yargıdan kaçmasını engelleyerek olası bir ceza halinde onun cezasını infaz edebilmek ve yargılama süresince delilleri karartmasına engel olmaktır[4]. Bu nedenle tutuklama tedbirine, hükümden önce bir ceza aracı olarak başvurulmamalıdır[5]. Diğer yandan aşağıda açıklayacağımız üzere tutuklama, ciddi şartlara bağlanmıştır. Bu yasadaki şartların dışına çıkarak başka gerekçelerle tutuklama keyfi tutuklama anlamına gelir. Örneğin, toplumun olaya öfkesi veya tepkisi tutuklama gerekçesi olamaz[6].

 

 2.   Tutuklamanın Koşulları

 

Tutuklama tedbiri, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. maddesinde düzenlenmiştir. Bu madde hükmüne göre tutuklamanın iki koşulu bulunmaktadır: kuvvetli suç şüphesi ve tutuklama nedeni bulunması.

 

a.   Kuvvetli Suç Şüphesi

 

Kuvvetli suç şüphesi veya kuvvetli şüphe sebepleri, suçlanan kişinin, şüpheli veya sanığın, suçun faili olabilme olasılığının kuvvetli olmasını ifade eder. Buna göre makul bir insan, dosyadaki delilleri inceleyip şüpheli veya sanığı dinlediğinde, bu kişinin suçun faili olduğuna kanaat getirmelidir. Henüz tam vicdani kanaat yoktur. Çünkü tüm deliller toplanmamış, tartışılmamış, mağdur ve tanık dinlenmemiştir. Bu nedenle de vicdani kanaat getirmek mümkün değildir. Bu aşamada getirilen kanaat olsa olsa kuvvetli şüpheye dayanabilir.

Ancak buradaki kuvvetli şüpheyi, kişinin suçun faili olduğu yönünde bir kanaat değil de kuvvetle muhtemel onun fail olabilmesini ifade ettiği şeklinde yorumlamak mümkün olmamalıdır. Çünkü karar veren makam (yargıç) her kararını vicdani kanaatine dayandırmak zorundadır (Anayasa m. 138). Aksi halde daha deliller tartışılmadan dahi suçlanan kişinin suçun faili olamayabileceği düşünülmektedir ki bu halde tutuklama tedbirinin uygulanmaması gerekir.

Ters bakış açısıyla düşündüğümüzde, tutuklama kararını verecek olan yargıç, kişinin suçun faili olmayabileceği yönünde makul bir şüphe görüyorsa, tutuklama kararı veremez.

Yasa, bu şüphenin somut delillere dayanmasını istemiştir. Aslında zaten ceza yargılaması somut delillere dayanır. Soyut deliller, akıl yürütmeler de karar vermede oldukça etkilidir. Ancak modern ceza yargılamasında bu somut deliller olmadan ileriye gidilemez. Varsayımlar, akıl yürütmeler genel deneyimler tutuklama kararına dayanak oluşturamaz[7]. Bu nedenle gerek kamu davası açılması için, gerek tutuklama kararı verilebilmesi için gerekse de mahkumiyet kararı verilebilmesi için her zaman somut delil aranmaktadır.

Belirtmek gerekir ki bu somut deliller incelenirken bunların hukuka uygun yöntemle elde edilip edilmediği de incelenmelidir. Hukuka aykırı deliller ceza yargılamasında kullanılamaz. Anayasa m. 38 uyarınca bunlar delil olarak dahi kabul edilmez. Bunlar delil olarak kabul edilemeyeceğine göre bunlara dayanarak tutuklama kararı da verilemeyecektir.

 

 b.  Tutuklama Nedeni

 

Tutuklamanın ikinci koşulu ise tutuklama nedeni olmasıdır. Tutuklama nedenleri şunlardır (m. 100):


 

Bu nedenler dışında başka bir nedenle tutuklama kararı verilemez. Bunlar sınırlı sayıda sayılmıştır ve istisnai düzenlemelerdir. Özgürlük aleyhine genişletici yorum yapılması Anayasal düzenlemeler karşısında mümkün değildir.

Dikkat edileceği üzere tüm nedenlerle somut olgular veya kuvvetli şüphe aranmıştır. Bu nedenlerin varlığını gösterir deliller dosyada yer almalıdır. Hatta bu deliller de soyut değil somut olmalıdır.

Kaçma, yurt dışına veya kaçmayı veya yurt içinde saklanmayı ifade eder. Alman uygulamasında; suçlanan kişinin aile bağlarının kuvvetli olması, iş sahibi olması, hasta olması, suçunu ikrar etmiş olması gibi hususlar kaçma olasılığını azaltan; tam aksine kişinin işsiz olması, ceza aldığı takdirde sosyal hayatının çökecek olması, örgüt mensubu olması, uyuşturucu madde kaçakçısı olması ise kaçma olasılığını artıran nedenler olarak ele alınmaktadır[8].

Ancak yasamızda doğrudan somut olgular aranmaktadır. Suçlanan kişinin, eylem öncesi, eylem sırasında veya sonrasındaki davranışları, konut değiştirip değiştirmediği, sahte belge kullanıp kullanmadığı, daha önce kaçma teşebbüsünde bulunup bulunmadığı, evini, arabasını satışa çıkarıp çıkarmadığı, yerleşim yerinin olmaması, bolca nakit tutması, bilet alması gibi somut olgular ancak kaçma şüphesi olarak yorumlanabilir[9].

Cezanın ağır olması, tek başına bir gerekçe olamaz. Bu denli ağır bir cezada herkes kaçar gibi soyut bir düşünce somut olgu değildir. Bu nedenle de tutuklama nedeni olarak kabul edilemez[10].

Delil karartma ve tanıklara baskı yapma yönünde ise yasa, kuvvetli şüphe aramıştır. Bu kuvvetli şüphe, suçlanan kişinin davranışları sonucunda ortaya çıkacaktır. Basit bir beklenti veya varsayım kuvvetli şüphe olarak kabul edilemez. Henüz delillerin tam toplanmamış olması, suç ortaklarının henüz yakalanmaması gibi hususlar, kuvvetli şüphe oluşturamayacağı gibi kişinin davranışları sonucunda da oluşmaz. Bu nedenle bunlar da tutuklama nedeni olamaz[11].

Diğer yandan, tutuklama isteminde bulunulduğu aşamada zaten deliller toplanmışsa, başkaca toplanacak bir delil yoksa, delil karatma imkanı da bulunmamaktadır[12].

 

c.   Katalog Suçlar

 

Yasa yapıcı, bazı ağır olarak düşündüğü suçlarda tutuklama nedeninin aranmayabileceğini söylemiş ve bu suçları bir katalog halinde sıralamıştır. Bu halde, eğer tutuklama nedeni varsayılacaksa yalnızca kuvvetli şüpheye dayalı olarak tutuklama kararı verilebilir.

Burada, yasanın yargıca takdir hakkı tanıdığı görülmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin en ağır biçimde sınırlandığı bu tedbirde, kuşkusuz ki yargıç, takdir hakkını kullanırken bunu gerekçelendirmek zorundadır. Aksi halde keyfi bir karar söz konusudur. Bu keyfilik, insanlığın yüzyıllardır engellemeye çalıştığı keyfiliktir.

Buna göre yargıç, neden tutuklama nedenlerini varsaydığını açıklamak zorundadır. Çünkü yasaya göre yargıç bu nedenleri varsayabilir yahut varsaymayabilir. Neden bu seçimi yaptığını suçlanan kişiye açıklama yükümlülüğü, adil yargılama hakkının bir gereğidir.

Makalemizin uzunluğu açısından katalog suçları burada saymadık. Kanunun 100. maddesinden katalog suçlar incelenebilir.

 

d.  Tutuklamanın Ölçülü Olması

 

Tüm bu koşulların varlığı tutuklama kararı için yeterli değildir. Bu koşullar var olsa dahi tutuklama tedbiri ölçülülük ilkesi açısından değerlendirilmelidir. Yasa düzenlemesi uyarınca, işin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez.

Bilindiği gibi ölçülülük ilkesi; elverişlilik, gereklilik ve orantılılık olmak üzere alt başlıklara ayrılır. Burada da bu ölçütler kullanılmalıdır. Yani somut olay açısından, şüpheli veya sanığın tutuklanması, yargılama amacı açısından elverişli ve gerekli olmalıdır. Zaten kişinin kaçmayacağı düşünülüyorken ve aynı zamanda da tüm deliller toplanmışsa tutuklama tedbirinin elverişli ve gerekli olduğu söylenemeyecektir. Çünkü kişinin tutuklu kalması yargılamaya bir fayda sağlamayacaktır. Bu da katalog suçlarda tutuklama nedeninin varsayılmayabileceği hallerdendir.

Orantılılık ise verilecek ceza bakımından göz önüne alınmalıdır. Yasa üst sınırı iki yılı geçmeyen hapis cezasının gerektiren suçlarda (vücut dokunulmazlığına karşı işlenen hariç) yasak getirmiştir. Bu suçlarda tutuklamanın ölçülü olmadığı varsayılır.

Kanımızca suç tarihine göre olası infaz koşulları da gözetilerek bir orantılılık değerlendirmesi yapılmalıdır. Bu değerlendirmeler uygulamadan bağımsız olamaz. Örneğin uygulamada koşullu salıverilme “otomatik iyi hal” kapsamında yaygın olarak uygulanmaktadır. Buna göre adi suçlarda 6 yıl hapis cezası alan bir kişi, bu cezanın yarısını yatmakta, 1 yıl da denetimli serbestlikten yararlanmakta, böylece infaz kurumunda 2 yıl kalmaktadır.

Yasa düzenlemesi de göz önüne alındığında cezanın muhtemel kurumda geçirilecek sürenin hesap edilmesi ve buna göre bir orantılılık incelemesi yapılmalıdır. Yukarıdaki örnekte olduğu gibi kurumda 2 yıl geçirecek olan kişinin tutuklanması ölçüsüzdür. Ülkemizdeki yargılamaların uzun süreleri de göz önüne alındığında kişinin cezası kesinleştiğinde zaten infaz edilecek süre bittiğinden tahliye olabilmektedir. Bu ise tutuklamanın ceza olduğu anlamına gelir ve suçsuzluk karinesini ihlal eder[13].

Bu nedenlerle kanımızca tutuklama tedbirinin ölçülülüğü değerlendirilirken cezanın kurumda olası geçirilecek süresinin hesap edilmesi gerekir. Bu sürenin 2 yılın altında olması halinde tutuklamanın ölçüsüz olduğu kabul edilmelidir.

 

e.   Adli Kontrol Tedbirlerinin Yetersiz Olması

 

Ceza Muhakemesi Kanunu’nun tasarısında, adli kontrol tedbirleri, tutuklamadan önce düzenlenmişti ve tutuklama tedbirini düzenleyen maddede, şüpheli hakkında adli kontrol kararı verilmezse tutuklama kararı verilebileceği düzenlenmişti. Tasarı gerekçesinde de tutuklamanın artık bir istisna olduğu, artık öncelikle adli kontrol tedbirinin düşünüleceği belirtilmişti.

Komisyonda bu kurumların yerleri ve bazı içerik kısımları değiştirildi. Ancak bu koşul hala aranmaktadır. Bu husus, tutuklama kararını düzenleyen 101. maddeden anlaşılmaktadır. Çünkü bu maddede, hem tutuklama talep eden Cumhuriyet savcısının hem de tutuklama kararını veren hakimlik ve mahkemenin, neden adli kontrol kararının yetersiz kalacağını açıklaması istenmiştir.

O halde adli kontrol kararı verilebiliyorsa tutuklama kararı verilemez. O halde tutuklamanın bir koşulu da kişi hakkında adli kontrol tedbirlerinin yetersiz olmasıdır.

Uygulamada en çok uygulanan adli kontrol tedbirleri, yurt dışı çıkış yasağı ve belirli yerlere başvurmaktır (en yakın polis merkezinde imza atmak). Bunlar, kişinin kaçmasını önlemeye yöneliktir. Kişi hakkında bu tedbirler uygulansa dahi hala kaçma ve saklanma imkanı kuvvetle muhtemelse, kişi devletin elinden kurtulabilecek güce sahip ve bunu kullanacağına yönelik davranışlar sergiliyorsa adli kontrol tedbirleri yetersiz denebilir. Aksi halde, zaten kaçacağına yönelik somut olgular bulunmayan bir kişi hakkında bu tedbirlerin dahi işe yaramayacağını söylemek soyut ve dayanaksız bir söylem olacaktır.

Yine, kişinin baskı yapacağı kişiler üzerinde bunu engellemek için bu kişilerin bulunduğu yerlere yaklaşmama tedbiri de verilebilir. Bu tedbirin dahi neden yetersiz kalacağı kararda tartışılmalıdır. Çünkü yasa, bu tedbirler yetersizse tutuklama kararı verilebileceğini söylemektedir.

 

3.   Tutuklama Duruşması

 

Yasada tutuklamanın bir duruşma sonucu verileceği açıkça yazılmamıştır. Ancak gözaltına alınan kişi bu süreler sonunda bırakılmazsa, sulh ceza hakimi tarafından sorguya çekilir, Sorguda müdafii de bulunur (m. 91/7). Tutuklama istenilmişse şüpheli veya sanığın kendisinin seçeceği veya baro tarafından görevlendirilen bir müdafi, şüpheli veya sanığa hukuki yardımda bulunur (m. 101/3). Kaçak sanık hakkında, sulh ceza hakimi veya mahkeme tarafından yokluğunda tutuklama kararı verilebilir (m. 248/5). Yine yakalama emri çıkarılabilmesi de bunu destekler mahiyettedir (m. 98, m. 199). Yasa tasarısında da gıyabi tutuklamanın kaldırıldığı tek istisnasının kaçaklar hakkındaki düzenleme olduğu belirtilmiştir.

Buradan çıkan sonuç, şüpheli veya sanık hakkında, ancak onu yüz yüze dinleyerek tutuklama kararı verilebilir ve bu durumda kişinin müdafii de hazır bulunmak zorundadır.

Tutuklama tedbirine karar vermeden önce kişinin dinlenmesi gerekir. Tutuklama istenildiğinde kişinin bir müdafiisi olmazı zorunludur. Bu yasanın zorunlu müdafilik öngördüğü hallerden bir tanesidir.

Bu düzenlemelerden savcının da tutuklama duruşmasında bulunması gerektiğine yönelik bir anlam çıkarılamamaktadır.

Yasa tasarısında şüpheli veya müdafiin talebi üzerine savunma hazırlamak için 5 güne kadar süre verilebiliyor ve bu süre içerisinde şüpheli muhafaza altına alınıyor, bir nevi gözaltı süresi uzatılıyordu. Fakat bu komisyonda kanuna alınmadı. Şimdiki uygulamada ise müdafi dosyayı inceleyecek vakti dahi zor bulmaktadır. Halbuki yalnızca dosyayı inceleme değil savunmayı hazırlamak için de süreye ihtiyacı vardır[14].

Burada tartışılması gereken önemli bir husus dosyada gizlilik kararı (kısıtlılık) varsa (m. 153/2) müdafiin dosyayı incelemeden tutukluluk duruşmasında savunma yapmasıdır. Yasada bu konuda açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Ancak bu uygulama adil yargılamayı ihlal etmektedir. Kanımızca tutuklama isteminde bulunulduğu şüpheli müdafii dosyayı inceleyebilmelidir. Bu temelde iki gerekçeye dayanmaktadır:



 

Konu açısından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihadını anlatmak için birkaç örnek vermek gerekirse: Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Lamy/Belçika 1989 tarihli kararında; tutuklunun hem tutukluluk oturumu öncesi hem de sonrası 30 günlük süre içerisinde dosyayı inceleyememesini adil yargılanma hakkının ihlali olarak nitelendirmiştir. Yine Mahkeme bu tutumunu, Mooren/Almanya ve Schöps/Almanya kararlarında sürdürmüştür[15].

Tutuklanan kişinin, bu tutuklamayı hukuka uygun olmadığı iddiasıyla itiraz merciine taşıma hakkı vardır. Habeas Corpus’tan (1679) beri uygulanan bu hakkın gereğini yerine getirmek için dosyayı mutlaka incelemek gerekir. Çünkü dosyayı incelemeden tutukluluğun hukuka uygun olup olmadığını bilmek mümkün değildir.

 

4.   Tutuklama Kararı

 

Tutuklama kararı, soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının talebi üzerine sulh ceza hakimliği tarafından; kovuşturma evresinde ise Cumhuriyet savcısının talebi üzerine veya kendiliğinden mahkemece verilebilir.

Yasanın açık ve emredici hükümlerine göre (m. 101), Cumhuriyet savcısı bu istemlerinde mutlaka gerekçe gösterir ve neden adli kontrol tedbiri uygulamasının yetersiz kalacağını da açıklar.

Tutuklama, tutuklamanın devamına veya tahliye isteminin reddi kararlarında hakim veya mahkeme; kuvvetli suç şüphesini, tutuklama nedenlerinin varlığını, tedbirin ölçülü olduğunu ve adli kontrol tedbirlerinin yetersiz olacağını gösteren delilleri somut olgularla gerekçelendirir.

Yasanın lafzı o kadar açıktır ki başka bir yorum yapılması mümkün değildir. Aslında yasada bu yer almasaydı dahi adil yargılama ve mantıksal zorunluluklar gereği bu kararı veren mercilerin gerekçe göstermesi gerektiği, bu gerekçenin de olgularla delillerin ilişkilendirilerek yapılması gerektiği sonucu çıkarılabilirdi. Ancak yasa işini şansa bırakmamış, uygulamayı düzeltmek adına her şeyi açıkça yazmıştır. Ne var ki uygulama hala aynı yerdedir.

Belirtmek gerekir ki, önceki kararlarda yer alan ifadelerin tekrar edilmesi, yasadaki ifadelerin tek tek sayılması veya basmakalıp ifadelerle taslak karar oluşturulması hukuka aykırıdır[16]. Gerekçeden bahsedebilmek için şüpheli veya sanığın eylemi tartışma konusu yapılmalıdır[17].Bu eylemin delillerle ilişkisi mantıksal olarak tutarlı bir biçimde açıklanmalıdır. Eğer tutuklama nedenlerine dayanılmışsa, şüphelinin hangi davranışlarının bu nedeni oluşturduğunu belirtmek gerekir[18]. Eğer tutuklama üzerinden aylar geçmişse şüphenin kuvvetlenip kuvvetlenmediğinin incelenmesi ve gerekçelendirilmesi gerekir. Çünkü zaman geçtikçe bu şüphenin kuvvetlenmesi ve yargılama sonuna doğru belliliğe ulaşması beklenir[19].  

 

5.   Tutuklama Kararına İtiraz

 

Tutuklama, tutuklamanın devamı veya tahliye isteminin reddi kararlana itiraz edilebilir (m. 101/5). Böylece bu ağır tedbirin sürekli olarak iki dereceli olarak incelenmesi istenmiştir. Ancak bu itiraz yolunun etkin olmaması durumunda istenilen sonuca da ulaşılamayacaktır.

Öncelikle kararda gerekçe yoksa, etkin itiraz imkanı kalmaz. Çünkü itiraz kararın gerekçesine karşı gerekçe ileri sürerek yapılacaktır[20].

Diğer yandan itirazların dosya üzerinden otomatik olarak gerekçesiz bir biçimde reddi (uygulamada sıklıkla karşılaşıldığı üzere) hukuka aykırıdır. Gerekçesiz otomatik ret kararları, dosyaların incelenmediği şüphesini doğurmaktadır ki bu kuvvetli bir şüphedir. İtiraz eden savunma, neden itirazının bu şekilde sonuçlandığını bilememektedir. İlk kararı veren makamın kararının gerekçe içermemesi halinde durum daha da vahamet kazanmakta, tutuklama adeta keyfiliğe dönüşmektedir.

CMK m. 271/4 gereği, ilk defa merci tarafından verilen tutuklama kararlarına karşı itiraz yoluna gidilebilir. Yani tutuklama isteminin reddi kararına karşı Cumhuriyet savcısı itiraz yoluna başvurmuş ve itirazı kabul olmuş şüpheli tutuklanmışsa, bu karara karşı şüpheli de itiraz yoluna başvurabilir.

Buradaki sorun, itiraz merciin tutuklama kararını nasıl vereceğidir. Daha önce de belirttiğimiz gibi tutuklama karar verebilmek için şüpheli veya sanığın hazır olması gerekir. Gıyabi tutuklama kaldırıldığından hakim veya mahkeme ancak yakalama emri çıkarabilir[21]. Bir görüş bu aşamada kararın dosya üzerinden verilebileceğini söylerken[22] diğer görüş ancak yakalama emri çıkarıp kişi dinlendikten sonra tutuklama kararı verilebileceğini söylemektedir[23].

Kanımızca, tutuklama isteminin reddi kararına karşı Cumhuriyet savcısının itirazı, yeni bir tutuklama istemi gibidir ve bu itirazı inceleyecek merci itirazı kabul etmeyi düşünüyorsa aynı prosedür tekrar işletilmek zorundadır. Bu halde itiraz mercii yakalama emri düzenleyip kişiyi huzuruna alacak, müdafiisi huzurunda sorgulayacak ve savunma yapıldıktan sonra karar verecektir.

 

6.   Tahliye

 

Cumhuriyet savcısı tutuklama kararını kendisi kaldırabilir. Eğer tahliyesiyle beraber adli kontrol uygulanmasını istiyorsa bunu sulh ceza hakiminden istemelidir (m. 103).

Takipsizlik kararı verildiğinde şüpheli serbest kalır. Bu çok istisnai bir düzenlemedir. Çünkü bu denli kuvvetle şüphelenen kişi hakkında herhalde dava açılır. Ancak tutuklama sonrası yeni deliller ortaya çıkar ve kişi üzerindeki şüpheler ortadan kalkar veya ciddi oranda azalırsa bu hüküm uygulanabilir.

Şüpheli veya sanık her aşamada tahliye isteminde bulunabilir. Kanun yolları aşamasında da istinaf ve temyiz mercileri bu istemleri inceler ve karara bağlar. Bu merciler kendiliğinden de bu kararları verebilirler.

Böyle bir istemde bulunulduğunda Cumhuriyet savcısının görüşü üzerine üç gün içerisinde istem hakkında bir karar verilir. Ancak örgüt kapsamında işlenen suçlar bakımından bu süre 7 gün olarak uygulanır.

Her halde tutuklama kararı en geç 30 günlük sürelerle kendiliğinden incelenir. Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hakimi şüpheli veya müdafiini dinlemek suretiyle tutukluluğu inceler. Kovuşturma evresinde ise hakim veya mahkeme, kendiliğinden inceleme yapar. Bu aşamada sanık veya müdafiin dinlenmesinden söz edilmemiştir.

Kişi hakkında tahliye kararı verilmesine rağmen tutukevi veya infaz kurumundaki formalite işlemlerinin tamamlanması için tekrar alıkonulması ve kelepçe takılması söz konusu olamaz[24].

 

 7.   Tutukluluk Süresi

 

Azami tutukluluk süreleri şu şekildedir (m. 102):


 

Soruşturma evresinde ise;

 

 

Öncelikle belirtmek gerekir ki bu süreler çok uzundur. Ağır ceza mahkemelerinde yapılan yargılamada uzatma süreleriyle 5 yıllık tutukluluk süresi söz konusudur ki bu süre yargılamanın tamamının bitirilmesi gereken süreden dahi fazladır. Bu makul sürede yargılanma hakkını ihlal eder. Kaldı ki, uzatma süreleri, asıl sürelerden daha fazladır. Bu düzenleme tutukluluğun bir ceza olduğunu göstermektedir. Çünkü, bu kadar yaygın olarak yapılan adli hatalar varken bu denli uzun tutukluluk süreleri başka bir biçimde açıklanamaz.

Diğer yandan Yargıtay, yasanın açık düzenlemelerine aykırı olarak hükmen tutukluluk sürelerini bu sürelerden saymamaktadır. Yani Yargıtay’a göre yukarıda bahsedilen 5 yıllık süre yerel mahkemenin kararına kadar geçerlidir. Bu karardan sonra istinaf ve temyiz aşamaları bir 5 yıl daha sürse dahi bu süreden sayılmayacak 10 yıllık tutuklama süresi yasaya uygun olacaktır.

Böyle bir yorum adalet ve hakkaniyetle zaten bağdaştırılamaz[25]. Ancak pozitif hukukun içerisinde kalarak bilimsel yorum yöntemleri uygulandığında da bu sonuca ulaşmak mümkün değildir. Çünkü yasada belirlenen süreler kovuşturma evresi içindir. Kovuşturma evresi zaten yasada tanımlanmıştır ve bu evreye kanun yolları da dahildir. Yargıtay’ın yaptığı yorum, yasanın hiçbir kelimesine dayanmamaktadır. Zaten yasaya dayanmayan yorum da yorum değildir. Çünkü yorum, yasaya anlam kazandırmaktır. Yasanın dışına çıkılarak yasada olmayan şeylerin uygulanması yasa yapıcının yerine geçmek anlamına gelir.

Bu süreler, eylem esnasında 15 yaşını doldurmayan çocuklar bakımından yarı oranında, 18 yaşını doldurmamış çocuklar bakımından ise dörtte üç oranında uygulanır.

Ayrıca tutuklulukta geçen bu süreler, daha sonra çektirilecek cezadan mahsup edilir. Fazla geçirilen süreler ise tazminata konu olur[26]. Burada tartışılması gereken bir husus, kişinin iki dosyasından birisinden tutuklu diğerinden tutuksuz olması, tutuklu olduğu dosyadan beraat edip diğerinden ceza almasıdır. Bu halde acaba tutukluluk süreleri diğer dosyadan aldığı cezadan mahsup edilir mi? Bu sürelerin mahsup edilmesi için mahsup edilecek suçun, beraatle sonuçlanan suçun kesinleşmesinden önce işlenmesi gerekir[27]. Bunun mantığı ise, kişiye suç işleme özgürlüğü vermemektir. Çünkü aksi takdirde kişi fazladan yattığı sürelere karşılık bir suç işleme ve fakat infaz edilmeme hakkına sahip olmuş gibi bir sonuca ulaşılacaktır.

Tutukluluk ağır bir tedbir olduğundan tutukluların dosyalarının daha çabuk ele alınmasını talep etme hakkı vardır. Bu gibi durumlarda mahkeme duruşma hazırlığını iyi geçirip, tutukluların dosyalarında bir an evvel karar vererek makul sürede yargılama yapmalıdırlar[28]. Ayrıca, yargılama uzadıkça tutukluluğun devam kararlarının haklı olduğuna dair inandırıcı gerekçeler sunulmalıdır[29].

DİPNOTLAR


[1] https://sozluk.gov.tr/

[2] https://en.wikipedia.org/wiki/Habeas_Corpus_Act_1679

[3] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 100.

[4] Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 402.

[5] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 75. Özbek/Doğan/Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 251.

[6] Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 369. Öztürk ve Diğerleri, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 468.

[7] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 79. Özbek/Doğan/Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 252.

[8] Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 405.

[9] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 81.

[10] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 81-82. Ünver/Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 373.

[11] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 82.

[12] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 82-83.

[13] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 383.

[14] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 395.

[15] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 225.

[16] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 88-89.

[17] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 83.

[18] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 386.

[19] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 397.

[20] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 397.

[21] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 77.

[22] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 78-79. Centel/Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 410.

[23] Şahin/Göktürk, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 320.

[24] Özbek/Doğan/Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 269.

[25] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 94-95. Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 401.

[26] Özbek/Doğan/Bacaksız, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 251.

[27] Yenisey/Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, s. 382.

[28] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 93.

[29] Öztürk/Eker Kazancı/Soyer Güleç, Koruma Tedbirleri, s. 94.