MEŞRU SAVUNMA – MEŞRU MÜDAFAA NEDİR?


Meşru müdafaa, Türk Dil Kurumu’nda “bir saldırı karşısında kişinin kendisini koruması.” olarak tanımlanmıştır. Meşru savunma konusu ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 25. maddesinin 1. fıkrasında düzenlenmiştir. Bu madde uyarınca meşru müdafaanın şartları aşağıdaki şekildedir:


Meşru savunmada fiili gerçekleştiren kişinin cezai sorumluluğu yoktur.

Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise de kişinin cezai sorumluluğu yoktur.

Meşru savunmadaki sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yazılı cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

MEŞRU MÜDAFAA YARGITAY KARARLARI

Konuyla ilgili olarak Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.09.2021 T. 2017/1-180 E. 2021/410 K. sayılı kararı aşağıdaki gibidiar:

“Uyuşmazlık konularının sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi bakımından birinci uyuşmazlık konusunda yapılan hukuki açıklamaların yanında "meşru savunma" kavramı üzerinde de durulması gerekmektedir.

Meşru savunma, 5237 Sayılı TCK'nın 25. maddesinin 1. fıkrasında;

"Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bAir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez." şeklinde bir hukuka uygunluk nedeni olarak düzenlenmiştir. Anılan düzenlemeye göre, meşru savunmanın kabulü için saldırının "Korunmaya değer nitelikteki herhangi bir hakka yönelmiş olması" yeterli görülmüştür.

Hükmün gerekçesinde; "…Bir kere her türlü hakka yönelik haksız bir saldırıya karşı meşru savunmanın söz konusu olduğu belirtilmiş ve böylece kurumun, bazen anlamsız ve sosyal gereklere aykırı düşecek derecede dar tutulmasının önüne geçilmesi istenilmiştir.

Esasen, kanunlarımızda mala karşı saldırılarda da meşru savunmayı kabul eden hükümlere yer verilmiş olması kurumun bu şekilde düzenlenmesini gerekli kılmaktadır.

Ayrıca, şu husus da belirtilmelidir ki, kişileri suç işlemekten caydıracak en etkin araçlardan birisi, suç işlediklerinde karşılık görebilecekleri endişesi olduğundan, meşru savunma hakkının böylece genişletilmesi, kriminolojik yönden caydırıcı etki de yapabilecektir…" açıklamalarına yer verilmiştir.

Öğretide; "Bir kimsenin, kendisini veya başkasını hedef alan bir tecavüz, saldırı karşısında, savunma amacına matuf olarak ve bu saldırıyı defedecek ölçüde kuvvet kullanması" (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Adalet Bakanlığı Yayınları, 3. Bası, ..., 2006, s. 364.); "Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak amacıyla gösterdiği zorunlu tepki" (Kayıhan İçel, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınları, ..., 2014, s. 307.); "Kişilerin saldırıya karşı verdikleri kendini veya diğer bir insanı koruma içgüdüsünden kaynaklanan doğal tepkinin hukuken meşru görülmesi" (O. Yaşar-H. Tahsin Gökcan-M. Artuç, Yorumlu Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, ..., 2014, s. 697.) şeklinde, 765 Sayılı TCK'nın yürürlükte olduğu dönemde Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında "Bir kimsenin ağır ve haksız bir tecavüzü kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak amacı ile gösterdiği zorunlu tepki" olarak tanımlanan meşru savunma; bir kimsenin, gerek kendisine gerek başkasına ait bir hakkı hedef alan, gerçekleşen ya da gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı, saldırı ile eş zamanlı olarak hâl ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde, kendisinden veya başkasından uzaklaştırmak mecburiyetiyle saldırıda bulunan kişiye karşı işlediği ve hukuk düzenince meşru kabul edilen fiillerdir.

Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda vurgulandığı üzere;

TCK'nın 25. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen ve hukuka uygunluk nedenlerinden birini oluşturan meşru savunma, hukuka aykırılığı ortadan kaldırmakta ve bu nedenle eylemi suç olmaktan çıkarmaktadır. Bir olayda meşru savunmanın oluştuğunun kabul edilebilmesi için saldırıya ve savunmaya ilişkin şartların birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1-) Saldırıya ilişkin şartlar:

a-) Bir saldırı bulunmalıdır.

b-) Bu saldırı haksız olmalıdır.

c-) Saldırı meşru savunma ile korunabilecek bir hakka yönelik olmalıdır. Bu hakkın, kişinin kendisine veya bir başkasına ait olması arasında fark yoktur.

d-) Saldırı ile savunma eş zamanlı bulunmalıdır.

2-) Savunmaya ilişkin şartlar:

a-) Savunma zorunlu olmalıdır. Zorunluluk ile kastedilen husus, failin kendisine veya başkasına ait bir hakkı koruyabilmesi için savunmadan başka imkânının bulunmamasıdır.

b-) Savunma saldırana karşı olmalıdır.

c-) Saldırı ile savunma arasında oran bulunmalıdır.

Savunmanın, meşru savunma şartlarının bulunduğu sırada başladığı, ancak orantılılık ilkesinin ihlal edilmesi nedeniyle meşru savunmanın gerçekleştiğinin kabul edilmediği durumlarda, "Sınırın aşılması" söz konusu olabilmektedir.

Sınırın aşılması TCK'nın 27. maddesinde;

"(1) Ceza sorumluluğunu kaldıran nedenlerde sınırın kast olmaksızın aşılması halinde, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılıyorsa, taksirli suç için kanunda yer alan cezanın altıda birinden üçte birine kadarı indirilerek hükmolunur.

(2) Meşru savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez" şeklinde düzenlenmiştir.

Hukuka uygunluk nedeninin bulunması, eylemin suç olmasını engelleyeceğinden, fail hakkında CMK'nın 223. maddesinin 2. fıkrasının (d) bendi uyarınca beraat kararı verilecektir. Buna karşın, "sınırın aşılması" bir hukuka uygunluk nedeni olmayıp TCK'nın 27. maddesinin birinci fıkrasındaki durum itibarıyla kusurluluğu azaltan, 27. maddesinin ikinci fıkrasındaki durum itibarıyla da kusurluluğu ortadan kaldıran nedenlerden bir tanesidir. Başka bir deyişle, hukuka uygunluk nedenlerinde sınırın kast olmaksızın aşılması hâlinde "Beraat" kararı değil, anılan maddenin birinci fıkrasına göre indirimli ceza veya ikinci fıkrasına göre CMK'nın 223. maddesinin 3. fıkrasının (c) bendi gözetilerek "Ceza verilmesine yer olmadığı" kararı verilecektir.

TCK'nın 27. maddesinin birinci fıkrasında, fail bir hukuka uygunluk nedeninin sınırını aşmakta ise de bunu bilerek ve isteyerek yani kasten yapmamaktadır. Ancak, fiil taksirle işlendiğinde de cezalandırılabiliyorsa, fail sınırı kast olmaksızın aşmış olması dolayısıyla taksirinden sorumlu tutulmaktadır.

TCK'nın 27. maddesinin ikinci fıkrasında, hukuka uygunluk nedenlerinden sadece meşru savunma için sınırın aşılmasına ilişkin özel bir düzenleme öngörülmüştür. Buna göre bu hükmün uygulanabilmesi için;

1-) Meşru savunma ile korunabilecek bir hakkın bulunması,

2-) Saldırıya ilişkin şartların var olması,

3-) Savunmaya ilişkin şartlardan "ölçülülük ya da orantılılık" şartının, savunma lehine ihlal edilmesi suretiyle sınırın aşılması,

4-) Sınırın aşılmasının mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmesi gerekmektedir.

Tüm bu şartların birlikte gerçekleşmesi hâlinde, meşru savunmada sınırı aşan faile CMK'nın 223/3-c maddesi uyarınca ceza verilmeyecektir. Bu durumda, kişinin, maruz kaldığı saldırı karşısında içine düştüğü heyecan, korku veya telaş dolayısıyla davranışlarını yönlendirme yeteneğinin ortadan kalkması söz konusu olacağından, meşru savunmada sınırın aşılmasından dolayı kusurlu sayılmayacağı kabul edilir. Dolayısıyla, belirleyici olan maruz kalınan saldırının kişiyi içine düşürdüğü psikolojik durumdur. Zira kişi sırf maruz kaldığı saldırının etkisiyle, "Heyecan, korku veya telaşa" kapılarak meşru savunmada sınırlarını aştığında bu maddeden yararlanabilecek, buna karşılık saldırının etkisinin yanında, saldırıdan kaynaklanmış olsa bile, öfke gibi nedenlerle sınır aşıldığında ise aynı korumadan faydalanılması söz konusu olmayacaktır. Başka bir deyişle, failin amacı, saldırının defedilmesinden çok, kin duygusunu tatmine yönelik ise meşru savunmada sınırın aşılması değil, ancak haksız tahrik söz konusu olabilecektir.

Bu açıklamalar ışığında meşru savunmaya ilişkin doktrindeki görüşler ile uygulamadaki yerleşik içtihatlara bakıldığında; " karşılıklı çatışma ve kavga hallerinde meşru müdafaanın bulunup bulunmadığının tespiti için esasta saldırıyı kimin başlattığını belirlemek gerekir. Her iki tarafın da çatışma için hazırlandığı ve saldırıya ilk geçenin kim olduğunun belirlenemediği hallerde her iki tarafı da savunma halinde kabul etmek ve meşru müdafaayı her ikisi için de uygulamak gerekir. Hakim bu gibi hallerde ilk olarak saldırıya geçeni tayin için elinden geleni yapmalıdır. Durumun tayininin mümkün olmadığı hallerde ise, her iki taraf bakımından meşru müdafaayı kabulden başka çare kalmaz. (Dönermezer/Erman 2. Cilt sayfa 111) öğretide bu tip hallerde meşru müdafaa kurallarının uygulanmayacağını savunan yazarlar da vardır. (Ö., 2. Cilt sayfa 209) Yargıtay bu sonuncu görüşü savunmaktadır: İlk silahlı saldırının öldürenden geldiğinin kesinlikle saptanamaması halinde sanığa TCK'nın 25/1 maddesi uygulanamaz; bu durumda TCK'nın 29. Maddesindeki haksız tahrike ilişkin hükümler uygulanıp indirim yapılmalıdır." (Ceza Genel Kurulu 21.11.1984 tarih 375 Sayılı karar; 1. Ceza Dairesi 14.06.2004 tarih 1290-2315 Sayılı kararına atfen H. Hakeri, Kasten Öldürme Suçları, ... 2006, sayfa:47)

Kavgalar bakımından, ilk haksız saldırıyı başlatanın belirlenememesi ve iki tarafın da saldırı hazırlıkları veya icrası içinde olduğu anlaşıldığında meşru müdafaa hükmünün uygulanmaması gereklidir. (Demirbaş Ceza Hukuku Genel Hükümler 5. Baskı, sayfa 262; Özen Meşru Müdafaa sayfa 91)

Doktrinde ifade edildiği üzere Yargıtay Ceza Genel Kurulu 23.06.1998 tarih 160-249 Sayılı kararında "ilk haksız saldırının hangi sanıktan geldiği kesin biçimde belirlenememesi nedeniyle, taraflardan biri veya ikisini yasal savunma halinde görmeye olanak bulunmamaktadır."

Duello tarzındaki karşılıklı saldırılarda, iki tarafın da savunma için değil, saldırı maksadı ile hareket etmeleri nedeniyle meşru müdafaadan yararlanamayacaklardır. (Antolisei, sayfa 247; Bertoni sayfa 352, Özen Meşru Müdafa sayfa 90-92, atfen Y., Gökcan, Artunç, Türk Ceza Kanunu 2010 baskı, sayfa 623)

Aynı doğrultuda Ceza Genel Kurulu 15.01.1979 tarih 472-2 Sayılı kararında, "hangisinin daha önce çektiği belli olmayan tabancalarıyla düelloya başladıkları, bu silahlı düello sonucunda İ.S'nin öldüğü, sanığın ağır biçimde yaralandığı anlaşıldığına göre, suçun ağır tahrik altında işlendiğine ve 765 Sayılı TCK'nın 49,50 maddelerindeki hal ve şartların gerçekleşmediğine ilişkin mahkemenin kabulüyle özel dairenin gerekçesinde yasaya aykırı bir yön bulunmadığından itirazın reddine karar verilmelidir.”