İPTAL VE TAM YARGI DAVALARI NELERDİR?
Kanun hükümleri ve Danıştay kararları uyarınca aşağıdaki bilgilere yer verilmiştir:
Yetki unsuru; idari makamların kamu gücünü kullanarak tek taraflı olarak idari işlem tesis edebilme iktidarıdır.
Şekil unsuru; idari işlemlerin kesinlik kazanıp yürütülecek hale gelinceye kadar izlenmesi gereken yol-yöntemdir.
Sebep unsuru; idareyi işlemi yapmaya yönelten tüm unsurlar, diğer bir deyişle işlemin gerekçesidir.
Konu unsuru; genel olarak işlemin esasına yönelik olup işlemin konusunun meşru ve mümkün olması gerekir.
Maksat unsuru; idari işlemin tesisinde güdülen amaç olup kural olarak her idari işlem kamu yararı amacı gütmelidir.
Hukuk devleti ilkesi uyarınca idarenin tüm eylem ve işlemleri yargısal denetime tabidir.
İYUK m. 2 uyarınca idari işlemlerin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden hukuka aykırı olduğu iddiasıyla iptal davası ikame edilebilir.
İdare eylem ve işlemlerinden doğan zararları tazmin etmelidir.
İdarenin faaliyetlerinden ötürü zarar görenlerin idare aleyhine ikame ettikleri tazminat davalarına tam yargı davaları denmektedir.
İPTAL VE TAM YARGI DAVALARI DANIŞTAY KARARLARI
Konuyla ilgili bir kısım Danıştay kararları aşağıdaki gibidir:
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 02.10.2019 tarih, 2017/1635 E. 2019/4014 K.
“Hukuk devleti ilkesi gereğince, idarenin bütün eylem ve işlemleri yargısal denetime açıktır ve bu noktada, idari işlemlerin hukuka uygunluğunun sağlanmasındaki en etkin araçlardan birinin de "iptal davaları" olduğu kuşkusuzdur. İdari işlemlerin hukuka uygunluk denetimi istemiyle açılan iptal davaları idari yargı tarafından karara bağlanmaktadır.
2577 Sayılı Kanun'un 2. maddesinin 1/a bendine göre; iptal davaları, idare tarafından tesis edilen işlemler nedeniyle menfaatleri ihlal edilen kişiler tarafından anılan işlemin yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden hukuka aykırı oldukları iddialarıyla açılan davalardır.
İdare tarafından tesis edilen işlemin bir dayanağı, gerekçesi olması gerekir. İdareyi işlem yapmaya sevk eden tüm etkenler; gerekçeler anılan işlemin sebep unsurunu oluşturmaktadır. İptal davalarında da, sebep unsuru yönünden hukuki denetim yapılırken idareyi o işlemi yapmaya sevk eden gerekçelerin hukuka uygunluğunun incelemesi yapılmaktadır.
İdare tarafından tesis edilen her işlemin sebebi yazılı olarak işlemde yer almasa bile eğer idari işlem iptal davasına konu edilmişse, 2577 Sayılı Kanun'un 20. maddesine dayanılarak yargı merciilerince işlemin dayanağı olan bilgi ve belgeler idareden talep edilebilir ve idare tarafından da kendilerine tanınan süre içerisinde, istenilen bilgi ve belgerin sunulması gerekmektedir.
Bu husus, "adil yargılanma ilkesi" ile bu ilkenin tamamlayıcısı olan "çelişmeli yargı ilkesi ( çekişmelilik ilkesi )" ve "silahların eşitliği" ilkesi kapsamında Anayasa Mahkemesi kararlarında ve bir çok Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararında da vurgulanmıştır.
Silahların eşitliği ilkesine göre, davanın taraflarının yargılama süreci boyunca aynı imkanlara sahip olması; aynı koşullarda iddia ve savunmalarını dile getirmesi gerekmektedir. Uyuşmazlığın bir tarafını idarenin oluşturduğu iptal davalarında da idarenin kamu gücünü kullanarak diğer tarafa üstünlük kurmasının önüne geçilmesi gerekmektedir, zira yargı önünde herkes eşittir.”
Danıştay 8. Daire 17.09.2020 tarih, 2016/11024 E. 2020/3662 K.
“2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinin 1. fıkrasının (a) bendinde, "iptal davaları", idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan davalar olarak tanımlanmıştır. İptal davasına konu olan idari işlemin, idare tarafından bir kamu hizmetinin yürütülmesi dolayısıyla, kamu gücü kullanılarak, tek taraflı iradeyle tesis edilen kesin ve yürütülmesi zorunlu işlemler oldukları tartışmasızdır.
İdari makamlar tarafından, idarenin işlevine ilişkin olarak ve kamu gücü kullanılmak suretiyle yapılan, yeni bir hukuki durum yaratan veya var olan hukuki durumu değiştiren kesin ve icrai nitelikteki tek yanlı irade açıklamaları, idare hukukunda idari işlem olarak nitelendirilir ve bu işlemler, idari yargı denetimine tabidirler.”
Danıştay 8. Daire 05.03.2020 tarih, 2016/11396 E. 2020/1550 K.
“İptal davalarının hukuki nitelikleri gözönüne alındığında, iptal davasının subjektif ehliyet koşulunun menfaat ihlali olduğu, idare hukuku alanında tek taraflı irade açıklamasıyla kesin ve yürütülmesi zorunlu nitelikte tesis edilen işlemlerin, ancak bu işlemlerle kişisel, meşru ve güncel bir menfaat ilgisi olanlar tarafından iptal davasına konu edilebileceğinin kabulü zorunludur. Başka bir anlatımla; kişisel, meşru ve güncel bir menfaat alakasının varlığı taraf ilişkisinin kurulmasında yeterli sayılmakta ve bu husus davanın niteliğine ve özelliğine göre belirlenmektedir.
Öte yandan, menfaat ihlali koşulunun değerlendirilmesinde, hukuk devleti ilkesi temeline dayanan idari yargı işlevinin göz ardı edilmemesi gerekir. Amaç idari faaliyetlerin hukuka uygunluk denetiminin yapılabilmesi, hukukun üstünlüğünün sağlanması olduğuna göre menfaat kavramının dar değil, geniş yorumlanması gerekir.”
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 13.02.2020 tarih, 2019/1463 E. 2020/362 K.
“İdari işlemlerin hukuka uygunluk denetiminin yapıldığı iptal davasında; davacının ihlale uğrayan menfaatinin korunması yanında, kamu yararının korunması da söz konusu olup; bu durum, iptal davasının objektif niteliğinin bir sonucudur.
Hukuka aykırı bulunan idari işlemler hakkında verilen iptal kararları, varlıklarını hukuka uygunluk karinesinden yararlanmak suretiyle sürdüren idari işlemleri tesis edildikleri tarihe kadar geriye yürür şekilde ortadan kaldırır.
İptal kararlarının bu özelliği, dava konusu idari tasarruftan önceki hukuki durumun sağlanması gereğinden kaynaklanmakta olup, iptal kararları, iptal edilmiş olan idari işlemi hukuk aleminde hiç doğmamış hale getirmektedir.”
Danıştay 10. Daire 12.03.2020 tarih, 2019/6809 E. 2020/1238 K.
“Anayasanın 125. maddesinde, idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra, son fıkrasında, idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmış, 2577 Sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2/1-b maddesinde ise, idari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları, idari dava türleri arasında sayılmıştır.
Genel anlamı ile tam yargı davaları, idarenin faaliyetlerinden ötürü, hakları zarara uğrayanlar tarafından idare aleyhine açılan tazminat davalarıdır. Bu tür davalarda mahkeme, hem olayın maddi yönünü, başka bir ifadeyle zararı doğuran işlem veya eylemleri, hem de bundan çıkabilecek hukuki sonuçları tespit edecektir.
İdare kural olarak, yürüttüğü kamu hizmetiyle nedensellik bağı kurulabilen zararları tazminle yükümlü olup; idari eylem ve/veya işlemlerden doğan zararlar, idare hukuku kuralları çerçevesinde, hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk ilkeleri gereği tazmin edilmektedir.
Tam yargı davalarında, öncelikle zarara yol açtığı öne sürülen idari işlem veya eylemin hukuka uygunluğunun denetlenmesi esas alındığından, olayın oluşumu ve zararın niteliği irdelenip, idarenin hizmet kusuru olup olmadığının araştırılması, hizmet kusuru yoksa kusursuz sorumluluk ilkelerinin uygulanıp uygulanmayacağının incelenmesi, tazminata hükmedilirken de her halde sorumluluk sebebinin açıkça belirtilmesi gerekmektedir."
Danıştay 7. Daire 14.10.2002 tarih, 2000/4427 E. 2002/3257 K.
“Bu tanıma göre; bir idari dava sonunda, bu davaya konu idari istemin iptaline karar verilebilmesi, bu işlemin yukarıda sözü edilen unsurlardan bir veya birkaçı ile hukuka aykırı bulunmasına bağlıdır. İdari işlemin yukarıda sözü edilen maddede sayılan unsurlarından ilki olan "yetki", idari makamların kamu gücü kullanarak tek taraflı nedenle idari işlem tesis edebilme iktidarını ifade eder ve kamu düzeni ile ilgili olan bu unsurda mevcut hukuka aykırılık halleri, ağırlıklarına göre, idari işlemi yok hükmünde kılar veya iptalini gerektirir. Dava konusu idari işlemde, bu tür bir hukuka aykırılık saptayan idari yargı yeri duruma göre, işlemin yokluğuna veya iptaline karar vermekle yetinmek zorundadır. İdari yargı yerinin, yetki unsurundaki hukuka aykırılığı saptamakla birlikte, daha ileri giderek, işlemi diğer unsurları, örneğin sebep unsuru yönünden de yargı denetimine tabi tutması, yetkili idari makamın yerine geçerek hükmün kurulması anlamına gelir ki, bu durumun, İdari Yargılama Usulü Kanununun 2'nci maddesinin 2'nci fıkrası hükmü ile bağdaştırılması olanaklı değildir.”
Danıştay 10. Daire 25.09.2002 tarih, 2001/2814 E. 2002/3262 K.
“2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2. maddesinde, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan dava olarak tanımlanan iptal davalarındaki "şekil unsuru"; idari işlem kesin nitelik kazanıncaya, yani yürütülmesi zorunlu hale ( icrai )gelinceye kadar idarece izlenmesi ve uyulması gereken yol, yöntem, hazırlık çalışmalarını ve incelemeleri kapsar.
İdari işlemlerin belli şekil ve usul kurallarına bağlı tutulmasının amacı yönetilenlere güvence sağlamaktır.
İdari işlemlerin bağlı olduğu şekil yasa ve düzenleyici tasarruflarda da gösterilir.”
Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu 17.10.1997 tarih, 1995/769 E. 1997/525 K.
“2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 2 nci maddesinin 1/a bendinde iptal davası, idari işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlal edilenler tarafından açılan idari dava olarak tanımlanmış olup; idari işlemlerin hukuka uygunluk denetiminin iptal nedenleri olarak da belirlenen yetki, şekil, sebep, konu ve maksat unsurları yönünden yapılacağı öngörülmektedir. Gerek yargısal kararlarda, gerekse doktrinde sebep unsuru, idari işlemin dışında, idari işlemin yapılmasını gerektiren hukuki işlem veya olay olarak tanımlanmaktadır. Sebep, idareyi işlem yapmaya yönelten tüm etkenler olup; sebep, işlemin bir tür gerekçesidir. Yasalarda açıkça belirtilmemiş olması halinde dahi, idari işlemin dayanağı olan sebebin, idare tarafından idari dava açılması durumunda, idari yargı mercii önünde bildirilmesi zorunludur. 521 sayılı eski Danıştay Kanununun 30 uncu maddesinin gerekçesinde belirtildiği gibi "idari işlemde sebep gösterilmesini kanun emretmese bile hakimin kontrolünü yapabilmesi için idare, hakimin talebi üzerine dayanmış olduğu sebepleri bildirmekle mükellef olmalıdır" denilmiştir. Esasen 2577 sayılı Yasanın 20 nci maddesinin verdiği yetkiye dayanarak mahkemelerin bakmakta oldukları davalara ait her çeşit incelemeyi kendiliklerinden yapabilecekleri gibi her türlü bilgi ve belge ile idari işlemin sebebini idareden isteyebileceği açıktır. Dolayısıyla 2577 sayılı Yasanın 20 nci maddesinin hakime tanıdığı re'sen araştırma yetkisinin aynı zamanda davacılara da güvence sağlayacağı kuşkusuzdur.”
Danıştay 4. Daire 23.05.2011 tarih, 2009/248 E. 2011/4403 K.
“2- Dava konusu Sirküler, okul ve kurumlardaki kantin, açık alan, salon ve benzeri yerlerin okul aile birlikleri tarafından üçüncü kişilere kiraya verilmesi ile ilgili kurumlar vergisi uygulamalarına ilişkin düzenlemeler yapılmak üzere çıkarılmış olup, bu Sirkülerde, mükellefiyete ilişkin kuralları, tarh ve tahakkuku, ödeme usulleri tamamen farklı kurallar içeren KDV'ye ilişkin olarak yukarıda belirtilen yerleri kiralayanlara yükümlülükler getirilmesi, konu unsuru yönünden hukuka uygun değildir. Konusu meşru ve mümkün olması gereken idari işlemlerin doğuracağı sonuçlar, önceden yasalarla ve diğer düzenleyici işlemlerle belirtilmiştir. İdari işlemlerde ilgililerin işlemin konusunu değiştirmeye ya da istedikleri gibi belirtmeye yetkileri yoktur.”
Danıştay 6. Daire 24.11.1998 tarih, 1997/4439 E. 1998/5786 K.
“İdari işlemin maksat unsuru yönünden yargısal denetimi yapılırken, işlemin tesisinde güdülen amacın saptanması gerekmektedir ki bu amaç her idari işlemde genel olarak kamu yararıdır. Bu kapsamda, idareyi işlemin tesisine yönelten nedenler ve görünürdeki amaç dışında gerçek niyetin araştırılması, idareye işlem tesisinde tanınan görev ve yetkinin konusundan saptırılıp saptırılmadığı, yetkinin amaç dışı kullanılıp kullanılmadığının belirlenmesi önem taşımaktadır. Maksat yönünden hukuka aykırılık subjektif işlemler kadar düzenleyici işlemlerde de ortaya çıkabilir. Düzenleyici işlemlerin maksadı, dayandığı normların ( kanun, tüzük gibi ) amacı doğrultusunda uygulanmasını sağlamak olmalıdır. Buradaki amacın da kamu yararı olduğu tartışmasızdır."